Ne işim var Crotone’de!
Crotone, hayatımda gördüğüm en acayip İtalyan kenti değildi ama neredeyse yaklaşmıştı.
İtalya’da aşçılık okurken çok daha garip kasabalar gördüm. Özellikle de trenle bir yerden bir yere giderken aktarma yaptığım zamanlarda. Issız sessiz tren istasyonları, sisler puslar içinde inin cinin turnuva düzenlediği, ortasında bir kilise olan tek bir meydanı dışında karanlık sokaklarda ancak bir iki deliye rastlayabileceğiniz bomboş kasabalar… Biraz da bu yüzden hayatımı seviyorum! Her gün Teşvikiye’den Nişantaşı’na yürüsem mi taksiye mi binsem ikilemin118de değil, bir gün kalabalık bir şehrin meşhur bir restaurantında şampanya içerken, diğer bir gün kırk yıl düşünsem oraya gideceğimin aklıma bile gelmeyeceği bir alakasız şehirde, kapkaranlık izbe bir sokakta yolumu bulmaya çalışıyor olabiliyorum. Che la vita!
Crotone de öyle bir yer. Tatile gelinmeyecek kadar alakasız bir kent. Teknemiz Adriyatik’in ortasında bozulmasaydı muhtemelen bizim de es geçeceğimiz bir kent. İtalya çizmesinin tabanı ile topuğu arasına denk geliyor. Üstelik bu kente ikinci gelişim. İlkinde aylar önce hava muhalefeti nedeniyle sığınmıştık. Bu kez de teknenin motoru bozulduğu için. Belki de şöyle demeliyim: Teknenin motoru bozulmasaydı, ben bir yat şefi olmasaydım, bu teknede çalışmasaydım, sevgilim beni terketmemiş olsaydı, İtalya’da okumasaydım, bir İtalyana aşık olmasaydım, Aktrist olarak daha güzel roller gelmiş olsaydı, konservatuvara girebilseydim, babam ismimi Deniz koymasaydı, ne işim vardı Crotone’de? Yani kader haricinde başka bir şekilde açıklanamayacak kadar alakasız bir şey Crotone’de bulunmak!
Sevimsiz bir kent. Yine bir iki kilisesi, yüzyıllar öncesinden kalma bir iki daracık tarihi sokağı haricinde biraz mağaza, biraz ev… Sokaklarda bolca rastlayabileceğiniz yaşlı İtalyan nüfus ile parklara yatak atmış bir çok Pakistanlı ve Suriyeli evsiz de cabası.
Crotone’nin tek sevdiğim yanı her gün öğlen 13:00’e kadar açık olan halk pazarı. Her şey var. En kral meyveler, en taze balıklar ve kavanoz kavanoz yerel soslar, salamuralar, turşular ve müthiş lezzetli İtalyan peynirleri. Bir de iki üç restoran. İtalya’nın en sevdiğim yanı bu zaten. Şehir ne kadar izbe olsa da, göçe maruz kalmış olsa da, çok da keyif alacağınız bir yeri olmasa da içinde her zaman lezzetli küçük restoranlar bulursunuz. En güzeli de içerisi, dışarısı gibi izbe değildir. Ne kadar ucuz olsa da şıktır. Şarapları iyidir, kadehleri, beyaz masa örtüleri, ahşap sandalyeleri ile en güzel yemekleri sunar size. Bunlardan biri “Carlo 5″ti. Fiyatları komik denecek derecede ucuzdu. Başlangıçlar 7 euro, ana yemekler 10-12 euro, sadece garnitürler 3 euro idi.
Bütün menüyü sipariş etsek maksimum 200 euro ödeyeceğimiz restoranda son derece lezzetli bir yemek yedik. Elbette ki kırmızı şarap eşliğinde… Sonrası; tamir olmuş motorumuzla gece 02:00 sularında yeniden denizlere açılmak….