İnsanlar ikiye ayrılır; çığlık atanlar, atmayanlar!
Bilimsel değil elbet, kendimce sınıflandırdığım bir gözlem bu. Yani başlarına gelen korkutucu bir durum karşısında çığlık atarak panik olanlar ya da garip bir şekilde soğukkanlılığını koruyanlar. Ben çığlık atmayanlardanım. Bu, tedirgin olmadığım, endişelenmediğim, hatta facianın ortasıysa korkmadığım anlamına gelmiyor ama panik olmuyorum.
Adriyatik’in tam ortasıydı teknenin motoru durduğunda! Gece 01:00 sularıydı ancak 21:00 olsa da fark etmez, denizin ortasında gece gecedir. Güneşin batışı gerçekleştikten sonra dolunay yoksa zifiri bir karanlık içine alır sizi, ta ki yeniden güneş doğana dek. Yıldızları o yüzden çok iyi görürsünüz çünkü yıldızdan başka görebileceğiniz her hangi bir ışık süzmesi yoktur. Yıldızlar da yarım metre yakınlıkta olan arkadaşınızı bile görmenize yardımcı olamaz.
Kamaramdaydım. Normalde yerimden bile kalkmam çünkü çok iyi biliyorum ki başımıza ne gelirse gelsin buna çözüm bulabilecek tecrübede, her biri okyanusu en az on kez geçmiş tecrübeli bir ekibimiz var. Bunun sıra dışı bir durum olduğunu motor durur durmaz anlamıştım çünkü Yunanistan Korint kanalından çıkalı ve Adriyatik’e gireli çok olmuştu. Yolun 24 saat süreceğini biliyordum ve İtalya kıyılarına varmak için de çok erkendi. Yani İyonya denizinin tam ortasındaydık. Ne geri Yunanistan’a dönülebilir, ne de ileri İtalya’ya varılabilir bir noktada!
Yatağımdan fırlayıp dışarı çıktım. Benimle birlikte diğerleri de çıkmıştı. Niye durduk dedim? Henüz bilmiyoruz dediler! En sevimsiz cevap. Onlar denizci, ben değilim. Benim böyle bir durum karşısındaki konumum uçaklardaki yolcular gibi oluyor. Hani uçak zangır zangır türbülanstadır ama düşüyor muyuz duruyor muyuz anlayamazsın, soramazsın da çünkü hostesler yüzlerinde gereksiz bir gülümsemeyle, sorun olmadığını sadece yerinizde oturmanız gerektiğini söylerler. Bu da sizi tatmin etmez ve o gülümsemenin altında endişe var mı diye koridordan geçen bütün hosteslerin yüzlerini tırım tırım incelemeye başlarsınız. İşte ben de kaptan şarkı mırıldanmasına rağmen dev dalgaların arasında savrulurken öyle hissediyordum. Hava tahminlerine göre yola çıktığımız için elbette fırtına yoktu ama yağmurlu olduğundan dalgalar büyüktü. Motor durunca açık denizin dev dalgaları da daha fazla hissediliyordu. Bir sağa..bir sola…bir sağa…bir sola…Tekne modern bir Wally olmasına rağmen karanlıkta teknenin şatafatını değil, sanki 19.yy’da bir kadırgadaymışız gibi sağından solundan gelen gıcırtıları duyuyordum sadece. Hayatımdaki her sahneyi bir film sahnesi zanneden beynim bu durumu bile başrolünü Russel Crowe’un oynadığı “Master and Commander”a bağlamıştı ya, neyse…
Sorunu anlamaya çalışmaya ve Motoru tamire başladılar. Panik olmayan bir yapıya sahip olmak demek, kafada derhal çözümleri planlamak demek. Elbette bu işlere başlamadan önce bunların eğitimlerini çoktan almış, sayfa sayfa sertifikaya sahip olsam da orada sessiz sedasız otururken hiç bir duruma, tecrübeye ve kimseye güvenmeyen beynim, can yeleklerinin yerlerini, her hangi bir durumda ne yapmam gerektiğini planlıyordu. Yine de “yok canım ne olacak, koskoca denizciler…” diye düşünürken kaptan mırıldandığı şarkıya ara verip “bütün kabloları fişten çek aksi halde havaya uçarız” der demez yerimden fırlamam bir oldu! O ise mırıldandığı şarkıya devam etti. Yani onlar benden de daha soğukkanlı oldukları için görünen köy her şeyin yolunda olduğunu işaret etse de kılavuz öyle demiyordu.
Yaklaşık 1 saat gecenin karanlığında uğraştıktan sonra tamirinin mümkün olmadığına karar verdiler ve kocaman yelkenlerimizi açıp yola öyle devam ettik. Rüzgara, Navigasyona bakıldı, en yakın limana mil hesapları yapıldı ve rotamızı değiştirip saatler sonra İtalya’nın Crotone limanına vardık.
Sonuç: Evet denizle şaka olmaz. Denizlerde olmanız için de çığlık atmayan kızlardan olmanız şart!