Monaco Grand Prix
Nihayet sitemizin okur kitlesi, sevgili erkek okurlarımızın baş tacı bir konu ile karşınızdayım! Monaco Grand Prix.
Formula 1 ile ilgilenmeyen erkek var mıdır? Vardır elbet. Biz millet olarak biraz daha futbolcuyuzdur. Ama Formula 1’in ilgileneni de fanatiktir hani. İşte o fanatikler için yarışların Monaco ayağı bir efsanedir. Ben de geçen hafta oradaydım. Fanatik Formula 1 hayranı olduğum için değil elbet. Fanatiklere beş yıldızlı yeme içme keyfi veren bir şef olarak yerimi almıştım.
Yarışlar bir yana, ben size biraz Monaco Grand Prix’sinin bilinmeyen yüzünden bahsedeceğim. Hani televizyondan izlemeye benzemeyen gerçeklerden.
Öncelikle Grand Prix’de üç çeşit izleyici/takipçi var.
Bir kesim elbette ki tamamen yarış dünyasından. Formula dünyasının ve Ferrari gibi firmaların önemli isimleri hariç, başka yarışlar düzenleyen şirket sahipleri, eski yarışçılar, yeni yatırımcılar gibi yüzlerce all access pass card sahibi isim.
Her zaman dört ayak üstüne düşen biri olmamdan ötürü, ben de bu dünyadan Amerikalı bir arkadaşım sayesinde all access pass card’ım boynumda kraliçeler gibi oradan oraya dolaşıyordum. Çünkü bilenler bilir, yarış pisti Monaco sokakları olan bir yarışta her köşeyi bucağı yaya geçişine kapadıklarından, bilet statünüze göre muamele gördüğünüz katı bir hiyerarşi ile karşılaşıyorsunuz üç gün boyunca. Benim gibi şanslıysanız, Grand Prix’nin bütün renklerini görme şansını elde ediyorsunuz.
Birinci kategori izleyiciye amiyane tabirle yarışçı takımı dersek, ikinci kategori izleyiciye ise yüzde yüz ‘zengin takımı’ dememiz lazım. Çünkü bu izleyici grubu aslında yarışlardan çok, daha öğlen başlayıp akşam hava kararmadan çılgınlaşan ve sabah gün ağarana dek devam eden VIP partilerle ilgileniyor.
Partilerin çoğu benim de içinde bulunduğum marina etrafında dönüyor. Bir de Fairmont Hotel gerçeği var tabii. Yarışın o meşhur en sert virajının tam önünde yer aldığından, yarıştaki VIP konumu tartışılamaz. Fairmont’un roof’unda yer alan Nikki Beach’teki partilere girebilmeniz ise Fairmont Hotel müşterisi olmaktan yani açıkçası uyduruk bir odaya tonla para ödemekten geçiyor.
Bunun dışında bir de protokol var elbette. Monaco Prensi Albert’in özel yatında verdiği parti. Davetli olmanıza rağmen yüksek bir giriş ücreti ödemenizin şart koşulduğu (geliri bir vakfa bağışlandığı için) özel gecenin ayrıntılarını sizinle paylaşmak isterdim ama her ne kadar Monaco hapishanesi Cote d’Azur’un en şanslı yerine konumlanmış deniz manzaralı süper bir hapishane olsa da, hayattaki amacım tutuklanıp da Monaco Hapishanesi’nde çürümek değil. O yüzden o gecenin detayları katılanlara kalsın.
Marina barlarındaki partiler herkese açık ama bizim çalıştığımız gibi megayatlardaki partiler elbette özel! Celebrity’ler, ortamın vazgeçilmezleri upuzun bacaklı muhteşem vücutlu müthiş kızlar ve elde şampanya kadehleriyle güvertede salınan kalabalıklar… Önce Dom Perignon’lar eşliğinde havalı kokteyl aperitifleri ile başlayan gecenin sonu, alkolün etkisiyle sabaha karşı mini hamburger ve heavy snack dediğimiz yiyeceklere yumulmakla son buluyor. Elbette ki şefiniz bunları hazırlamak üzere tüm gece ayakta size hizmet vermiş oluyor.
Üçüncü kategori ise biletlerini boynuna asmış turistler. Amerikalısı, Avrupalısı, Çinlisi, Hintlisi her telden turist, hem biraz yarışlarla ilgilenmek hem ortamın bu çılgın havasını solumak hem de zenginin malı züğürdün çenesi mevzularına katılmak için gelmiş takılıyorlar.
En ‘cool’ olanı ise, kendinizi hangi kategoride hissederseniz hissedin, yarışlar başladığı anda bütün Monaco’yu saran F1 otomobillerinin o müthiş sesleri!
Üç gün süren çılgınlığın ardından herkes ‘hungover’ yani akşamdan kalma haliyle, dünyanın en küçük ve en zengin ülkelerinden birinden ayrılırken ve teknik elemanlar da kentin her yerine yerleştirilmiş tribünleri yap boz parçaları gibi sökerken, ben de yat şefiniz olarak altımdaki 55 metre süperyatla limandan ayrılıp İtalya sularına doğru yola çıktım.
Sonraki liman? Kim bilir…