Atlantik geçişi
Anne, bir okyanusu geçip geliyorum!
Birçok insan için hani Amerikan tabiriyle ‘wow’ dedirten bir şey Atlantik’i geçmek. Valla hava atmak gibi olmasın ama bu benim ikinci geçişimdi. İlki 41 metre bir yelkenli ile Avrupa’dan Karayipler’e. Bu seferki ise 52 metre bir yelkenli ile Karayipler’den Avrupa’ya eve dönüş yoluydu. Aralık ayında yeniden Karayipler’e, seneye nisanda yeniden Karayipler’den Avrupa’ya şeklinde okyanus ötesi dön babam dön yapıyoruz. Bizim de işimiz bu.
O yüzden ne kadar mühim bir iş olsa da, bir süre sonra alışıyorsun. Hatta yola çıkmadan önce anneme gönderdiğim WhatsApp mesajı şöyleydi: ‘Anne naber? Bir okyanus geçişi işi aldım da, bir Atlantik’i geçip gelicem 2 haftaya evdeyim, öptüm’
Yine de meseleyi küçümsemeyelim ve mühim kısımlarını bir bir huzurlarınıza dökeyim.
İlk soru hep şu oluyor: Kaç gün sürüyor geçiş? Cevap: Non-stop geçiş 11-12 gün!
Elbette ki altındaki tekneye ve yelken yapıp yapmadığına göre epeyce değişir ancak bizler gibi Superyacht sektöründekiler için altımızdaki tekne zaten 35-40 metreden küçük olmuyor ve keyif için değil de bir an önce karşıya varalım diye geçiş yaptığımız için son hızla motorla gidip hedefe doğru ilerliyor ve vakit kaybetmemek için yelken melken yapmıyoruz.
Motoryatlar zaten tamamen keyif dışı bir geçiş yapıyorlar. Yelkenlilerde ise tekne ne kadar büyük olursa olsun Genova yelkenini açıyoruz, güvertede gün batımını izliyoruz, kitabımızı okuyoruz, güneşleniyoruz… Ancak büyük motoryatlarda ekibin güverteye çıkması dahi güvenlik nedeniyle yasak. Bizde de can yeleksiz güvertede dolaşmak vs. yasak da, yelkenci olduğumuzdan biz o yasakları biraz esnetiyoruz.
Ancak elbette hepimizin güvenlik, ilk yardım, yangın vs. bir sürü eğitimi ve bunlarla ilgili sertifikası var. Denize adam düşerse ne yapılır, yangın halinde ne yapılır, tekneyi terketmek gerektiğinde herkesin görevleri nelerdir, okyanus geçişlerinde de mutlaka bu bilgileri ciddi ciddi tatbikatlarla tekrar ediyoruz.
Etmezsek ne oluyor?
İşte bir sabah saat 10:00 civarı telsizimden duyduğum acil durum anonsuyla güverteye fırladım! Bütün ekip güvertede toplanmış, okyanusun ortasında ürkütücü sessizliğiyle duran ana direği kırılmış 12 metre bir yelkenliye bakıyordu. “Acil durum“un bizim durumumuz olmadığını görmek sevindirdi ama ne olduğunu anlamamız için zamana ihtiyacımız vardı. Kafamızda deli sorular…
En önemlisi, teknenin içinde yardıma ihtiyacı olan biri var mıydı?
Yaralı… daha da kötüsü ölü…
Deniz yasaları gereği ilk yapılması gereken korna çalıp orada olduğumuzu içeride biri varsa bildirmek. Çaldık. Bir tepki yok. İn cin hala top oynuyor.
İkinci yapılması gereken tekneye dalıp içinde kimse var mı bakmak değil! Hayır, yanıldınız. MLC yani Martime Labour Convention’ı arayarak teknenin ismini, cismini, konumunu belirtip onları bulduğumuzu beyan etmek. Onlardan da teknenin hala aranıp aranmadığını öğrenmek. Eğer hala aranıyorlarsa, tekneye çıkıp bakma izni almak. Çünkü suç dünyasının ve korsanların da cirit attığı denizlerde, tekneye kimlik bilgisi sordurmadan çıkmamız da bizim güvenliğimizi tehlikeye düşürüyor.
Neyse ki teknedekiler 1 ay önce kurtarılmışlar. Ancak yine yasalar gereği içindekilerin kurtarıldığı tekneler suya batırılmak zorundalardır. Oysa ki bunu batırmayı ihmal etmişler! Peki düşünebiliyor musunuz ya tekne karşımıza gece köründe çıksaydı ve farketmeden çarpsaydık? Okyanus hayal edemeyeceğiniz kadar büyük. Bırakın terkedilmiş sürüklenen tekneyi, yolunda giden tekne ya da gemiye bile rastlamak mümkün değil. Bu ihtimal neredeyse binde birken yine de karşımıza bir tekne çıkabiliyorsa, gece olsaydı çarpmamız da gayet olasıydı.
Bir terkedilmiş tekneye rastlamak bizi yolumuzdan 2 saat alıkoydu. İçinde yaralı ya da ölü var mıdır diye düşünerek beklemenin psikolojisi de cabası.
Peki ertesi gün ne oldu? Bir tekne daha!
Telsizden anonsu duyduğumda biri şaka yapıyor diye düşümdüm ama malum, denizle pek şaka olmuyor! Bu seferki tekne daha da ilginçti. Kendisine bir tekne diyemeyiz. İki küreği olan, motorsuz, yelkensiz, canını dişine takıp macera geçişi yapmak isteyen delilerden biri, belli ki fırtınaya yakalanmış ya da başka bir şey olmuş ki, tekne suda öylece duruyordu.
Aynı prosedürü tekrarladık. Önce korna! Ses yok… Koskoca okyanusta iki gün üst üste terkedilmiş tekneye rastlama şansı mı diyelim şanssızlığı mı bilemediğimizden biz de işi dalgaya vurduk artık ve kornayı çalarken “Hadi uyan sabah oldu!!” diye sesleniyorduk ama… Çıt yok. Kamarası da olmadığından açıkça görülüyordu ki tekne bomboş. Ölmüş müdür kalmış mıdır nerededir bilinmez. Yeniden MLC bağlantısı ile öğrendik ki bu da 1 ay kadar önce kanarya adaları yakınlarında kurtarılmış. Bizse tekneye Kuzey Atlantik’in tam ortasında rastladık. Sürüklenmeye bak.
Espiri de olsa, ertesi gün bir terkedilmiş tekneye daha rastlarsak görmezden gelmeye karar verip yolumuza devam ettik. 12 günün sonunda Cebelitarık’a vardık. Şimdi Palma de Mallorca’dayım. Okyanusu geçerken şef olarak ne hazırlıkları yapıyorum, onca gün markete uğramadan her şeyi nasıl taze tutuyorum, sert havalarda nasıl yuvarlanmadan döküp saçmadan pişiriyorum gibi ipuçları başka yazıya kaldı.
En azından artık aynı kıtada olduğumuza sevinelim…