Ciddiye alınacak bir kadın: Deniz Kurt
Motorboat & YACHTING
Yazar, oyuncu, organizatör, şarkıcı bir private chef bu ayki konuğumuz…Ruhu biraz başka türlü olanlardan bir kadın. Deniz Kurt… Rastlamasi zor olanlardan. Gülümsemesi ile her kapıyı açabilecek cinsten. İstanbul, Milano ve okyanuslar arasında kurduğu baştan çıkarıcı bir üçgende var olan, olabilen bir kadın… Denizciliği de cabası…
Teknelere, denize sevdanız nasıl başladı? Bu bir çocukluk hayali mi yoksa yaşamın içinde sonradan gelişen bir tutku mu?
Aslında bir tutku değil deniz benim için. Bu bir iş ve benim için bir iş, tutku değildir. İşinizi sevmek zorundasınız ve ben de işimi seviyorum. Tutku başka bir şey. Aşk tutkudur, yazmak tutkudur, sanat tutkudur. İş tutku olamaz. Yemek yapmak bir tutkudur demek bana göre saçmalıktır. Şeflik teknik bilgi ve birikim isteyen bir iştir. Denizde yemek yapmak meselesi de, bu tekniği nerede uygulamak istediğinizle ilintili, kafanızı kesme tahtasından kaldırdığınızda baktığınız manzaranın ne olmasını istediğinizle ilgili bir şey. Ben bu işi denizde yapmayı seçtim. Seyahati seviyorum, adım Deniz ve bu seçimimde babamın teknesi ile balığa çıktığımız çocukluğumun da elbet etkisi var. Denizi seviyorum ama denizde olmazsam yaşayamam diyemem. Bu sonuçta bir iş.
Çok eskiden bir soprano, sonraları ise konser organizatörüydünüz, daha sonra oyuncu ve hatta vokalist. Ne oldu da uzak yol yat şefliği yapmaya karar verdiniz? Aşçılık okuluna gitme kararınızı “Cebimdeki son istek ve yetenek” diye ifade etmişsiniz. Ne demek bu?
Bir dönem yapmaktan mutlu olduğum şeyler daha sonra beni mutsuz etmeye başladı da ondan. Uzun yıllar Türkiye’nin eğlence ve medya sektöründe önemli pozisyonlarda yer aldım, bir çok ünlü şarkıcının albümleri, konserler, tv programları, diziler, yüzlerce projede ekran arkasında çalıştım hatta bir dönem aktrist olarak ekranın önüne de geçtim ancak çok renkli bir hayat denen ortamda ben kendi rengimi bulamadım. Bir süre sonra içimde yeni insanlar tanımak, farklı bir iş yapmak ve dünyayı tanımakla ilgili bir istek uyandı. Aslında bu kadar basit bir şey bu. Son istekten kastım ise mesleki olarak yemek yapmayı ve denizi seviyordum ikisini birleştirip yat şefi oldum. Gerçi bu demek değil ki sadece denizde mesleğimi yapıyorum. Bu uluslararası bir sektör ve Amerika, Asya, Avrupa, Avustralya farketmeden dünyanın her yerindeki üst düzey müşterilere yatlarında ya da evlerinde Private Chef olarak hizmet veriyorum. Aslında bu basitçe yeni bir dünyanın içinde var olma isteği. İstedim, çalıştım, şansım da yaver gitti ve oldu.
Nesi mutsuz etti sizi organizatörlüğün?
Daha 19 yaşındaydım başladığımda ve o yaşlar için çok renkli bir hayattı esasında. Düşünsenize Rolling Stones’un kulisine giriyorsunuz, All Access Pass Card’ınız boynunuzda, Madonna, Michael Jackson, dönemin rock starları Metallica, Guns N Roses ya da klasik isimler Pavarotti, Bocelli gibi dünya starlarının sahnesindesiniz, o dönemin ruhunu soluyorsunuz, teknik anlamda da o işlerin baş sorumlularından birisiniz. Bu bir ayrıcalıktı. Sonrasında da aynı işe Türk şarkıcılarla turneler düzenleyerek devam ettim. Ama o yaşın hikayesiydi. Sonrasında internet çıkınca ve hızla yayılınca Plak şirketleri bir bir devrildi ve sistem değişti. Bize pek öyle çalışacak yer de kalmadı. Ben de ekran önüne geçtim ve cebimdeki yeteneklerden birini yani oyunculuk tarafımı tatmin etmek istedim. O da şu noktada tıkandı. Türkiye’de oyuncu olarak ciddiye alınmak yıllarını verdikten sonra gerçekleşebiliyor. Bu ne demek, genç bir kadın olarak sana verilen roller de talihsiz olunca, gerçek hayatta ciddiye alınmıyorsun demek. Ama ben de ciddiye alınmayacak bir kadın değilim. Ciddiye alınacak taraflarımı ortaya çıkarınca, yerimi buldum. Şimdi herkes ciddiye alıyor ama diğer yandan bakınca da hayattaki esas başarı bu değil.
Deniz hayatını ve yelkeni nasıl öğrendiniz. Eğitim aldınız mı bunun için?
Tesadüf. 16 yaşındayken dalış kurslarına gittim. Çok iyi yüzemezdim. Komik ama hala da yüzmede iddialı değilim. Bir gün babama söylemeden İstanbul’dan Bodrum’a kaçıp dalış eğitimi ve ardından sertifika aldım. Babam öğrenince “Sen iyi yüzemezsin ki kızım” dedi. Ben de ona “Dalmak için yüzmek değil batmak gerekiyor” dedim. Sonra 25 yaşında kaptan ehliyeti yani yeni ismiyle ADB belgesini aldım. Şayet bir yelkenli şefi iseniz yelken yapan ekibin bir parçası olmak durumundasınız. Nöbet tutmak zorundayız ve bazı temel denizcilik bilgilerine sahip olup bir takım durumlarda bunları yorumlayabiliyor olmamız gerekiyor. Zaten yat kaptanları denizden ve yelkenden anlayan şefleri tercih ederler. Denize uzak ve sertifikası olmayan birinin işi bu sektörde var olması zor. STCW95, Gemi adamı belgesi, ENG1, Hijyen ve Security Awareness gibi sertifikalara ek olarak yat şeflerini amatör şefler ya da kara şeflerinden ayırmak için çıkardıkları Ships Cook Certificate gibi profesyonel sertifikalara sahip olmak bir zorunluluk. O sınavları geçip o sertifikalara sahip olmadan işe alınmıyorsunuz.
Parma’da okudunuz. Nasıl bir hayatınız var / vardı İtalya’da?
İtalyanları severim. Parma’da Alma La Scuola Di Cucina Italiana isimli okulda eğitim aldım. İtalyan mutfağı üzerine oldukça iyi bir okul. Ardından Milano’da çalıştım. Sabahın köründe restorana girip gecenin köründe çıkıyordum. Öğlen molasında da bisikletime atlayıp hava güzelse kendimi parktaki çimenlerin üzerine atıyordum sırt ağrımı azaltmak için. Avrupa’nın her yerinde aşçı hayatı böyle ne yazık ki. Restaurant sektörünü bırakınca ya da çalışmadığım zamanlarda ise İtalya’daki hayatım Dolce Vita! Her İtalyan gibi akşam 7’de aperitivo saatinde şampanyamı yudumlarım.
Yaşamınız, İstanbul, Milano ve denizlerde geçiyor. Bu mobilize hayatın artıları eksileri?
İnsanlar özeniyorlar bana aslında. Ama neye özendiklerini tam anlayamıyorum. Bu hayatın içinde yalnızsınız, özgürsünüz, bağlantınız yok, doğru ama bazen de birilerinin size gitme kal demesine ihtiyaç duyuyorsunuz. Hayatınızdaki insan seyahat etmeyen birisi ise sizi anlaması imkansız. Karayipler’e gidiyorum ben ve 3 ay yokum deseniz işler yürümez. Bizler için dünya küçük. Bugün buradayım yarın Karayipler’e ya da Pasifik’e uçabilirim. Ancak aynı şehirde yaşayan biri için sen, filmlerdeki gibi elinde mendille gözyaşları içinde uğurladığı birisin. Halbuki hiç bir şey o kadar dramatik değil. Aksine bu kadar hızlı bir devinim içinde birini hayatında sabit tutabiliyorsan bu daha değerli. Görüşmek bir uçak biletine bakıyor neticede. Sabit bir hayatı olan birisi ile masaya oturup 10 dakika konuşamıyorum bile.
Tekneler için yaz sezonu Akdeniz’de yaşanır, kış sezonu ise genellikle Karayip Adaları’nda. Bu durum sizin yaşamınızın ritmini nasıl etkiliyor?
Uzun süre teknede çalışınca yoruluyorum ama denizden uzak kalınca da kaşınıyorum. Her kış kıpırdamayacağım evde oturacağım diyorum ama bir bakıyorum herkes Karayiplerde ve dayanamıyorum. Ucağa atlayıp gidiyorum, gidince de iş oluyor ve kendimi yine denizlerde buluyorum. Dönüş yolunda da uçak bileti parası vermemek için okyanusu geçiyoruz. Işin espirisi tabi ama bunu bizim sektördeki herkes yapıyor. Bir çok denizci okyanus geçişine anlamlar yükler, süperyat sektöründekiler içinse okyanus geçişleri yaptığımız işin ciddi parçalarından biridir, o kadar. Yani ben 30 metreden ufak bir yelkenli ile okyanus falan geçmem. Çünkü ne kadar çok sallanabileceğini biliyorum. Öyle 10-15 metre yelkenliyle okyanus geçenlerin hayatı bohem bir yaşam. Ben öyle bir kadın değilim. Yapmam. Rahatıma ve konforuma düşkünümdür. Maceraperest biri değilim. Tecrübeli ve tanınan bir super yat şefiyim. Buna isterseniz bir miktar şımarıklık da diyebilirsiniz. Ama gerçek bu.
Superyat sektöründe tek Türk kadın yatşef siz misiniz?
Sanırım Türk olarak uluslararası yat sektöründe sadece bir kaç kadın şef var.
Teknede iken görgüsüz kibirli ve şımarık yat sahipleri, züppe zengin çocukları ile nasıl başa çıkıyorsunuz?
Açık konuşayım. Hiç öyle bir şikayette bulunamam . Nedeni ise belli bir zenginliğe sahip, belli bir sınıfa ait insanlar aslında çok daha kibar, kaliteli ve düzgün. Yaptıkları kapris ya da şımarıklık değil. Sadece çok olan paralarını nerelere ve nasıl harcayacaklarına dair bir seçim. Hepsi bu ve bu bence çok normal bir durum.
Ultra lüx ve zengin bir yaşam içindeki farklı insanlarla birlikte uzun yolculuklar yapmak sizi germiyor mu?
O dünya ile ilişkileriniz sağlıklı mı ? Öncelikle uzun deniz yolculuklarına patronlar pek katılmaz. Bunun dışında benden mesleğime dair zor şeyler ya da özel istekler elbette ki isteniyor çünkü ben bir özel şefim. İşime karışılmasın isteseydim restoran açar müşterilerimi oraya beklerdim. Ama ben özel bir şefim . Benden akşam yemeğinde ister omlet isterler ister Michelin tabağı talep ederler. bu benim işim ve hiç rahatsız olmuyorum. Bu yüzden bana tonla para ödüyorlar. Ben bunu işimin doğası bir talep olarak algılıyorum. Bu züppelik değil. Olması gereken şey.
İtalyan mutfağına hakimsiniz. Niye bu mutfağın eğitimini almayı tercih ettiniz?
Emprovize olduğu için. İtalyanların her şeyleri çok doğaldır. Kullandıkları ürünler de hareketleri gibi doğaldır. Her zaman doğal ürün kullanırlar. Bu mutfağın özü budur. Bu da bana büyük keyif veriyor. Bu yüzden aşığım İtalyan mutfağına.
Meşhur lokanta il Marcesino alla Scala’da çalışmaya nasıl başladınız?
Okulda 300 öğrenci vardı ve beni atadılar. Her dönem 1 kişi atarlar ve beni seçtiler. Şans herhalde.
Private şef ile yat şefliği arasında ne fark var?
Benim işimin birinci önceliği patronu yaptığım yemeklerle mutlu etmektir. Evlerinde ya da yatlarında. Ama yat şefliğinde çok parametre var. Tekne büyüklüğüne göre değişen 10-20 kişilik tekne ekibine yapılan yemeklerden de sorumluyuzdur. Ekip için yemekler, teknede büyük motivasyon kaynağıdır. Yemek saatleri iple çekilir, sağlam ve güzel yemekler çıkması şarttır. Sert havada yemek yapmak da bir beceri işidir. Basit değildir. Ve tabii tedarik. Bence en önemli kısmı bu. Herkes yemek yapabilir, ama karada yıllarca çalışmış çok profesyonel olan bir şefi alıp tekneye koyun, hangi ülkede hangi kıyıda hangi ürünleri bulabileceğine ve onlarla neler yaratabileceğine dair tecrübeye sahip olması zaman alacaktır. İspanya’dan ya da Venezuella’dan aldığınız unla aynı İtalyan ekmeğini yapmanız gerekir. Sizin doğup büyüdüğünüz sulardan çıkmadığı için hayatınızda ilk kez gördüğünüz bir balık türü ile ne yemeği yapılır bilmelisiniz. Anlık gelişen şeyler bunlar ve hazırlıklı olmalısınız. Bir iki yıl içinde elinizin altındaki dünya küçülüyor ve Avrupa’dan Atlantik’e, Hint Okyanusu ve Pasifik’e kadar her yerde chef olarak çalışma tecrübesine sahip oluyorsunuz zaten.
Dev mega yatların mutfağı için yiyecek içecek tedariği zordur. Başka limanlar başka dükkanlar ve başka kültürler. Başarılı bir tedarik için hangi yöntemi kullanıyorsunuz?
Bunun sırrını okulda öğretmezler. Önemli olan gittiğiniz ve yaşadığınız limanlarda uzunca bir süre bulunmak. Esnafı tanımak ve iyi ilişkiler kurmak. Ülkelere göre değişen ürünlere hakim olmak, okuyup keşfetmek ve deneme yanılma yoluyla doğru sonuca ulaşmak. Yapıp bakacaksın. Ancak bunun dışında çalıştığımız bazı büyük dünya çapında tedarikçi firmalar var. 300 kg farklı farklı eti, tavuğu, balığı markete gidip istediğiniz gibi bulup da satın alamazsınız. Siz listenizi hazırlıyorsunuz ve o şirketler o listeyi tam istediğiniz gibi seçilip paketlenmiş olarak ayağınıza kadar getiriyorlar. Gerekirse Avrupa’dan uçakla Karayipler’e geliyor ve bizler limandan teslim alıyoruz. Büyük yatlarda ve uzun yolculuklarda sistem böyle işliyor. Tekne sahibi misal Arap’sa ona helal et bulmalı ama ekibi yabancıysa onlara da domuz eti tedarik etmeliyim. İngiliz yat sahibine farklı, İtalyan’a farklı menüler ve ona göre de tedarik tarzı benimsemek gerekir.
Sert havada hatta fırtınada galleyde -gemi mutfağında- yemek yapmanın zorlukları?
Tekne 80 metrede olsa sallanıyor tabii her halükarda. Fırtına raporu alırsak önceden yapılan bir takım ön pişirmelerimiz oluyor. Tencereleri sabitliyoruz. Kendimizi de sabitliyoruz. Sert havalarda ocaktan ziyade fırını kullanmayı tercih ediyorum. Çünkü ocaktaki tencerelerdeki yemek dökülebiliyor. 50 knot’a kadar yemek pişirebildiğimi biliyorum. Sonrasını bilemiyorum. Yaşamadım. Sonrası zaten arama kurtarma çalışması olur herhalde.
Yapmakta zorluk çekeceğiniz herhangi bir yemek var mı?
Hayır ama tatlı yapmak hoşuma gitmiyor. Hamur ve kremalarla uğraşmayı sevmiyorum. Yapıyorum ama sevimsiz geliyor işte.
Lezzeti kadar bir yemeğin sunumu da önemli. Sunum yemeğin karakteridir denir. Yaratıcılık ve karakter nedir bir sunumda?
Her şeyden önce okulda bunun da klasik eğitimini alıyorsunuz. Bunun dışında dünyadaki trendleri izliyoruz. Pişirilen yemek elbette tencerede pek bir şeye benzemez. İyi bir sunum yapmazsanız lezzet, yaptığınız işin profesyonelliği adına yeterli olmaz. Sunum, dünyadaki trendler ve sizin yaratıcılığınızla ilgili bir durum biraz.
Tekne sahibi için özenerek ve uğraşarak yaptığınız yemeğiniz beğenilmezse noluyor?
Bugüne dek hiç yaşamadım. Ama bazen acı konulması gereken yemeği, acı sevmediği için geri gönderen oldu. Bu normal. Pişirdiğim yemeklere aldığım geri bilgilendirme neticesinde çalıştığım kişilerin tam olarak yeme içme alışkanlıklarının takibini kısa zamanda rayına koyuyorum. Tekne sahibi benim yaptığım yemekleri takip etmez, ben onların damak zevkini anlar, öğrenir ve takip ederim. İyi bir yat şefinin yapması gereken de budur.
2 kez okyanusu geçtiniz. Ne kattı size bu farklı yolculuklar?
İlkinde ruhum rahatladı. İkincisi sadece işti. Devasa ve sonsuz görünen bir maviliğin içerisindeyken kara hayatındaki sıradan insanın dertlerinin çoğunun salakça olduğunu anlıyorsunuz. Doğayla ve onun alt edilemez gücüyle temastasınız, aslında dalgaları daha büyük olan bir denizin üzerindesiniz ama o bir okyanus. Altınızda binlerce metre derinlik ve kocaman bir su kütlesi var. Sen orada olsan da olmasan da doğa var ve var olmaya devam edecek. İnsan okyanustayken hayatın standart, klasik ve geçici bir şey olduğunu kavrıyor. Dumanlı şehirlerdeki yaşanan hayatın çok geçici, kafandaki dertli tasalı ya da mutlu dünyanın da basbayağı önemsiz olduğunu anlıyorsunuz.
Değiştirdi mi bu sizi?
Hayır. Aslında hayatın her anında değişebilir ve farklılaşabiliriz. Ama bunun sadece okyanusta olmakla bir ilgisi yok. Sizi bir okyanus geçişi değiştiremez. Aklınızın algı düzeyi yüksekse okyanus geçmesiniz de, sadece sahilde oturup denize bakarak da aynı şeyleri katabilirsiniz kendinize. Ayrıca ben yaşadığım hayatta majör bir değişikliğe ihtiyaç duymuyorum. Memnunum kendimden.
denizkurt.it diye bir siteniz var. Ne yapıyorsunuz o sitede?
Yaptığım işi anlatan ve beni tanıtan bir site. CV yazmaktan daha profesyonelce. Benimle çalışmayı planlayan ve hakkımda bilgi almak isteyen birileri siteye girip bunu kolay ve detaylı bir şekilde yapabilir. Amacım da bu zaten. Evet bir dergi yazarı olarak süregelen dergi yazılarımı ve fotoğraflarımı da bulabilirsiniz sitede ama esas konu iş.
Yazan, çizen biri olarak denizin ve teknede geçen zamanın yazı hayatınıza etkisi nedir?
8 yaşımdan beri yazıyorum ama nasıl yazdığım ile ilgili gelişimim 30 senede kendiliğinden oluşan br şey. Deniz hayatı ise düşünsel dünyama başka konular getiriyor, bu doğru. Dergiler için ise basıma çıkmadan hemen önce yazıyı yetiştiriyorum. Biraz tembelim aslında çünkü uzun uzun planlayarak yazmam. Bir anda gelişir ve yazı ortaya çıkar. Buna ister yetenek deyin ister uzun yıllardan beri yazmanın getirdiği rahatlık. Ama çok zorlandığımı söyleyemem. Dil ve konu için bir sıkıntım ya da uğraşım hiç olmadı. Doğal bir şey bu. Oturuyorum yazıyorum. Çıkan neyse o. Bazen stilim denizcilikle ilgili ciddi yazılar bazense kışkırtıcı yazılar oluyor. Kışkırtmayı seviyorum.
Mirgün Cabas’a ait “ceyms” diye bir websitesine de yazılar gönderiyorsunuz. Nasıl gelişti bu durum?
Kendiliğinden oluştu. Ceyms, okurlarına tam tabiriyle ‘cool’ yazılar ile cool bir dünyayı taşıyan bir websitesi. Yazdığım konuların önü açık. Denizleri, yemekleri, ülkeleri, karşılaştığım aykırı şeyleri ya da kapalı kapılar ardında yaşanan hayatlardan kesitler yazabiliyorum. Özeti, merak edebileceğiniz şeyleri yazıyorum. Mirgün ile aynı frekansta insanlar olduğumuzdan genelde yazdıklarımdan memnun oluyor, bazen de bana bu olmamış saçmalamışsın diyor ben de değiştiriyorum. Yazmaktan keyif aldığım bir platform CEYMS.
Bir roman yazıyorsunuz. Adı LEYLA. Ne anlatıyor Leyla? Neden bitmedi?
1990 larda geçen bir hikaye. Biricik romanım benim o. Bitmedi çünkü oturup yazamadım. İçinde aşk var. Zaten bence aşk olmayan bir dünya olmamalı bu hayatta. Leyla bir adama aşık oluyor ama adamın Leyla’nın hayatının çok dışında bir yaşamı var. Bitmemesinin bir nedeni de hikaye İstanbul’da geçiyor ve benim İstanbul’da olmam ve yazmam lazım. Esas Valentina diye bir roman yazıyorum. Bir İtalyan kadınının hikayesi. O’nun da aşık olduğu bir adam var. Valentina’nın denizle Leyla’dan daha fazla ilgisi var. Denizde geçirdiği bir dönemi var hayatının. Daha sonra bir çocuk doğuracak ve 2. kitapta kızının ağzından dinleyeceğiz hikayesini. Valentina ölünce kızı Isabella, annesinin kayıp günlüklerini Akdeniz’de bazı deniz fenerlerinin gizli kuytularında bulacak. Daha da heyecanlı bir hikaye. Onu da İtalya’da oturup yazmam lazım. 2 kitap olacak. VALENTINA ve ISABELLA
Her 3 kitabım da aklımda bitti aslında. Leyla, Valentina ve Isabella. Finalleri belli. İş sadece yazmaya kalmış durumda. Bunun için evde oturmam lazım. Bu aralar oturamıyorum. Hayat planlanabilen bir şey değil. Şu anda denizlerdeyim ama elbet bir gün zaman bulup yazacağım.
Güzel bir kadın Leyla. Neden onu Quasimodo gibi çirkin bir karakterle eşleştirdiniz vakti zamanında?
Ben yazı yazarken bilgisayar değil kağıt kalem kullanıyorum. Ve yazının nereye gideceğini bilemiyorsunuz. Her şey anlık gelişiyor ve beyninizdeki düşünce ve duygularınızın nereye varacağını bilemiyorsunuz. O an oraya gitti.. Leyla’nın ruh hali o. Evet o yarattığınız karakter sizden de bazı parçalar taşıyor ama o benim değil Leyla’nın ruh hali.
Dünyanın her yerinde, her farklı şehir, ülke ya da adanın kıyısında kuma isminizi yazıp fotoğrafını çektiğiniz bir fotoğraf koleksiyonunuz var. Neden?
İtiraf ediyorum, bu aslında benim ismimle ilgili değil. Hayatımdaki adama espiri olsun diye yola çıkıp yaptığım bir şeydi. O bir İtalyan. Espirili bir adam olsa da oldukça ciddi bir iş adamı o. Ben de klişe romantizm ile dalga geçen bir kadınım. Onca ciddi iş hayatının arasında ters köşe olması için bir gün komiklik olsun diye O’nun ismini kuma yazıp telefonla mesaj attım ve ‘yeterince romantik mi?’ dedim, o da ‘fazlasıyla’ dedi. Güldük. Sonra böyle devam etti. Onun isminden oluşan bir koleksiyon var. Benim ismimden oluşan bir başka koleksiyon daha var. Bunun alt metni aslında “o kıyıdayken aklımda sen varsın” demek. Yani araya okyanuslar da girse birini aklında taşımakla ilgili bir kanıt. Bazı kumsallara yazmamışsam, kesin küsüzdür.. Oldu bir kaç kere.
Tuttuğunuz günlükte herşeyi olduğu gibi yazıyor musunuz?
Kendimden gizleyeceğim bir şey olmadığına göre her şeyi yazdım aşağı yukarı. Hedefim değil ama bir çocuğum olsaydı ona bırakmak isterdim günlüklerimi. Elbette ki onları gözüm gibi saklıyorum gerçi annem ele geçirme girişimlerinde bulunuyor zaman zaman, gençken başardığı da olmuştu.
Zaman içerisine dünya seyahati gibi bir planınız var mı?
Hayır. Ben zaten sürekli dünyayı turluyorum. Kendi teknemle böyle bir şey yapma isteğim yok içimde. Yeterince okyanuslardayım. Ve bu hayat gıpta edilen bir hayat olsa da benim için büyük bir bölümü sadece iş. Bana ne güzel hayatınız var dediklerinde kaç kasa portakal aldığımla ilgileniyorum o an. Dünya turu yapan bir bohem gezgin değilim ki. Borsacı ya da mühendis gibi sadece bir iş benimkisi. Ama tabii deniz olmayan bir yerde de yaşamak istemiyorum. Her zaman suya kıyısı olan bir yerde hatta okyanusa yakın yaşamak isterim.