Fransa, Cassis
MEGAYAT MUTFAKLARI
”Paris’i görmüş ancak Cassis’i görmemiş birisi, hiçbir şey görmemiş demektir.” Frédéric Mistral
Döndüm Avrupa’ya. Tabii yine okyanusu geçip geldim ama artık “git gel Konya altı saat”e dönüştüğü için o büyük anlamlar taşıyan canım okyanus geçişi, bir daha iş için yapılan bu geçişlerden söz etmeyeyim diyorum. Koskoca Atlantik’i aşmak, hayallerini maviyle boyayıp süsleyenler için anlamını yitirmesin diye…
Yine bir balina, birkaç düzine yunus gördük tabii. Bir adet Godzilla ve hatta gözlem sırası bendeyken, bir ara gece karanlığında beyaz atlı prensi bile gördüm gibi geldi! Şakası bir yana (balina ve yunuslar doğruydu) yine okyanusta geçirilen iki hafta ve Akdeniz’de hava muhalefetinden dolayı Cebelitarık’ta iki gün, Mayorka’da iki gün duraklayarak toplamda yine üç haftada Fransa’ya vardık.
Fransa’da nereye? Toulon bu sefer. Çünkü sadece okyanus geçişi için katıldığım bu 55 metre motoryat, Cote d’Azur’da koca bir yaz Monaco oraya St.Tropez buraya fink atmaya başlamadan önce teknik bakımlarını hızlıca hallettirmek için her zamanki gibi popüler olmayan tersane şehirlerinden birinde geçiriyor son iki haftasını. Ben de fırsattan istifade çevreyi keşfediyorum.
Toulon büyük sayılabilecek bir Fransız şehri. Önemi, Fransız donanmasının merkez limanı oluşu. Tam karşımızda dev savaş gemileri olmasına rağmen civarda hiç Pearl Harbour filminden fırlama yakışıklı denizcilere rastladığımı söyleyemem, kör talih! Tam şu an ise Toulon’a yarım saat, bir başka tersane şehri La Ciotat’ya ise bir koy uzaklıkta, şirin mi şirin bir kıyı kasabasındayım. Cassis…
Nobel ödüllü şair ve yazar Frédéric Mistral ne demiş? “Qu’a vist Paris, se noun a vist Cassis, a ren vist”
Meali: Paris’i görmüş ancak Cassis’i görmemiş birisi, hiçbir şey görmemiş demektir.
Bana kalırsa iki şehir arasında bir alaka dahi yok ama şair işte, kıyıda oturmuş romantik romantik denize bakarak güzel bir Cassis şarabı yudumlarken ağzından çıkıvermiş muhtemelen! Güzel de demiş çünkü gerçekten çok tatlı bir kent. Bir kere Cote d’Azur yani Monaco’yu da içine alan ve popülerlikten artık buruşmuş Fransız şehirlerinin suyunun çıktığını söyleyebilirim. St. Tropez’den Monaco’ya kadar olan bölgede bir tane bile hoşluğa rastlamak zorlaşmış durumda çünkü, her şey instagramlaşmış sahte lüks hayatlara dönüşmüş durumda!
Yani bence Brigitte Bardot gibi havalı, Grace Kelly gibi masalsı hayatlar, en son 1980’lerde sona ermiş. Şimdilerde ancak onların hikâyelerini satarak para yapıyor Monaco Prensliği. Sonrası, yalan dolan bir çöplük.
Ancak hâlâ hoş ve elit bir hayat, kapalı kapılar ardında yaşanıyor. Monaco’dan sonra Eze’den St.Tropez’ye ve buralara yani Cassis gibi yerlere dek uzanan sakin ve bakir güney Fransa koylarındaki muhteşem villalarda…
Küçücük limanı olan bir kentçik Cassis. Limandaki güzel restoranlar ve “old town” diyebileceğimiz tarihi arka sokaklardaki hoş dükkân ve bistrolar zaten size güzel bir gün yaşatmak için yeterli. Bir de keşfedilmeye değer bir doğal parktan söz etmek lazım. Calanques. Karadan ulaşımı olmayan muhteşem bir denize sahip lagün da size bonus! Yani buraya esas tekneyle gelmek lazım.
Şimdi bir restorana oturayım da bu bölgeye ait bir yemekle kendimi şımartayım dersem, ilk akla gelen meşhur Güney Fransız tabağı elbette ki Bouillabaisse…