İsmim gibi deniz ve ben… Bir de Mikonos
Bu yazıyı sabah 07:30 sularında, hakikaten de suların üzerinde, Sicilya’dan Sardenya adasına doğru giderken yazıyorum.
Deniz hiç olmadığı kadar sakin. Teknenin önünde güverteye oturmuş, bilgisayarımı önüme almış, teknenin denizi usulca okşayıp geçişinin yarattığı küçük şırıltıları dinliyorum. Akdenizin tam ortasında, hayatımın da tam ortasındayım. Bir kaç gün içinde 35.yaşıma girmiş olacağım. Telefonların çekmediği internetin olmadığı iki Deniz’den başka hiç bir şeyin olmadığı bir anın içindeyim. İsmim gibi Deniz ve ben….
Naviga aldığınıza göre, bu hissi biliyorsunuz. Yani benim şu an hissettiğim gibi denizi hissedenlerdensiniz. Ya şıkır bir motoryatınız var, kıyı kıyı dolaşan hali vakti yerinde birisiniz, ya uzun zamandır yelkencisiniz ve yine rüzgarınızla kıyı kıyı dolaşıyorsunuz ya da hayat daha bu yolu size açamadı ama bir gün denizlerde olmayı isteyen hayallerinizi bu sayfalara bakarak kıyı kıyı dolaştırıyorsunuz kim bilir.. Ancak dikkat ettiyseniz hepsi aynı kapıya çıkıyor. Yani tekneniz 100 metre de olsa, 15 metre de olsa, denize sahilden ödünç aldığınız kayıkla da açılsanız ya da benim gibi bir mesleğin sonucu olarak denizlerde olsanız da deniz aynı deniz. Yani hepimiz aynı denizin üzerinde aynı hayalleri paylaşıyoruz. Milyon dolarlar eden o tekne ile balıkçı kayığı aynı sularda yan yana duruyorlar. O yüzden bütün denizcileri seviyorum. Denizde olmayı tercih etmiş herkesi.
Bana bütün bu deniz aşkının babamdan geçtiğini düşünüyorum. Babam Florya’da doğup büyümüş. Gençliği Yeşilköy Haylayf plajında geçmiş. Onun da çocukluğundan beri yaptığı, az önce yazdığım ile aynı. Belki gençliğinin geçtiği 70’li yıllarda meşhur Yeşilköy plajlarında Türk filmlerindeki gibi arkasına Filiz Akın’ı attığı pahalı hızlı bir sürat motoru olamamış ama hep küçük kayıklar kiralayıp denize açılmakla başlamış deniz aşkı. Sonra hayatı boyunca araba almayıp teknesiyle denize açılmayı sürdürerek Filiz Akın değil ama daha ziyade Türkan Şoray’a benzeyen annemle tanışarak evlenip önce kızlarının ismini Derya ve Deniz, sonra teknesinin ismini “Derya Deniz” koyarak bu aşkı sürdürdü, hala da sürdürüyor. İsimler kaderleri belirliyorsa eğer, şu anda Akdenizi yunuslarla aşıyor oluşumu, kışa Atlantik’i geçecek oluşumu, dünyanın her yerini suların üzerinde seyrederek görebilme şansımı babama borçlu olacağım. Her ne kadar o beni özlediği için bu yazıyı okuduktan “kızın ismini Deniz koymasamıydık acaba?” diye düşünecek olsa da…
Dergi aylık yayınlandığı için yazıları bizim seyir hızımıza yetiştirmek biraz zor oluyor. Geçen sayıda Yunanistan’a varışımızı yazmış olmama rağmen üç aydır Mikonos merkezli olmak üzere Yunan adalarındaydık oysa. Yine de tüm o maceraları es geçemezdim. Şu anda da İtalya’nın Sardenya adasına doğru seyir halinde olmamıza rağmen Mikonos’u anlatmadan sonbahara geçmek istemiyorum.
Peki nedir, neresidir Mikonos? Yunan adaları içinde en meşhur, herkesin bildiği gibi çılgın eğlenceleriyle tanınan bir tatil adası mıdır? Eğer tatil için 3-5 günlüğüne geldiyseniz elbette ki öyledir. Ancak bizim gibi 3 ayınızı orada geçirdiyseniz adanın gerçek tadını yakalamak daha kolay oluyor. Sanki Bodrum gibi.
Yat dünyası için ise ada, lüx İtalyan yatları başta olmak üzere bir çok süperyata ev sahipliği yapıyor. Yatları zorlayan birinci unsur yeterli bir marinanın olmayışı. Adı üzerinde “old port” denilen eski marina, merkezde birkaç teknenin durabildiği neredeyse bir iskele. New port denilen yeni marina ise daha çok Cruise gemilerin ve adalar arası sefer yapan arabalı feribotların yanaşması için yapılmış geniş bir alan ancak tekneler için ayrılan bölüm yine dar. Dolayısıyla kendinize koylarda yer aramaya başlıyorsunuz. Temmuz-Ağustos ayında o bile zor hale geliyor. Yani Teknenizle Mikonos’a gelirken, önce portlarda sonra koylarda arayacağınız isimleri iyi bilip gelmeniz gerekiyor (ya da kaptanınız daha önce hiç gelmediyse)
Koylara demirlediğinizde ortalama 40 knot esen çılgın rüzgar da zorlayıcı ikinci unsur. Tekneyi asla yalnız bırakamadığımız gibi, bir çok kez yerimizi değiştirmek zorunda kaldık. Benim içinse tekneye kolilerce erzak taşırken büyük sıkıntı yarattı. Dev gibi bir Wally Power 47 Gesen Tender’ımız olmasına rağmen tender’ın da yanaşamadığı durumlar oldu ve minnacık bir zodyakla koli koli yiyecek taşıdık.
Mikonos’da alışveriş zorluğu daha karadayken başlıyor.Eğer küçük bir tekneyseniz ihtiyacınız da az olacağından sorun olmayabilir ama büyük bir tekneniz varsa, iş başka. Adada havaalanının karşısındaki Flora market,en kaliteli ürünleri bulabileceğiniz yer. Bunun dışında şehir merkezinde de,diğer koylarda da mutlaka ortalama büyüklükte marketler var ve çoğunlukla her şeyi edinebiliyorsunuz.Sorun taşımakta.Koskoca adada ulaşım sadece 35 taksi ile yapılıyor.Bir taksiyi 40 dakika beklediğiniz oluyor.Elbette ki bizim başka çözümlerimiz vardı. Büyük alışverişlerde, çılgın paralarla elinizde tuttuğunuz bir nevi korsan taksiciniz olması şart. Zaten her büyük yat da aynı kişileri kullanıyor.
Mikonos bu kadarcık bilgiyle biter mi? Bitmez… ancak sayfalar bütün bir yazı yazmama izin veremez. O zaman bu ayki tarifimize geçelim.
POLIPETTI AFFOGATI
Bebek ahtapotlar bence dünyanın en lezzetli ahtapotları. İtalyanlar da bunu iyi bildiklerinden en sevdikleri şeyi yaparak ahtapotları pişirirken de domates sosu kullanarak onu daha da lezzetli hale getirmişler. Polipetti Affogati yani domates sosunda boğulmuş ahtapot, Campana Bölgesinin geleneksel yemeği. Kıpkırmızı domates sosunda pişmiş ahtapotu sapsarı Polenta ile servis ettiğimde benim gibi bir Galatasaraylı için renkleri de tutturmuş oluyoruz
1)Çok da sığ olmayan kapalı tencerenizin içine güzelce 2 kaşık civarı zeytinyağını koydunuz. Daha soğukken 2-3 diş ince kıyılmış sarmısağı içine attınız.Yağ ısınıp sarımsaklar cızırdamaya başladığında (dikkat,hemen yanarlar!) ahtapotları içine attınız. Miktar size bağlı.Göz ve nizam var,kaç kişiyseniz,kim obur kim zayıfsa ona göre sayıda ahtapot.
2)Ahtapotlar bir büzülüp bir süzülerek kavrulmaya başlayacaklardır.İlk attığınızda büzülecek, siz karıştırıp yerlerini değiştirdikçe dışa doğru süzülecek, sonra yeniden içe doğru büzülüp tuhaf tuhaf şekil alarak pişeceklerdir, aldırmayın. Bir iki dakika sonra tencereye çekirdeği alınıp dilimlenmiş siyah zeytin (orada bulamazsınız ama ben sadece çekirdeği alınmış Liguria zeytini kullanıyorum) ekleyip kavurmaya devam edin.
3)Çok değil beş-altı dakika sonra domatesleri ekliyoruz. Domates derken çok iyi kıpkırmızı taze domatesiniz varsa küp küp doğranmış taze domates, ya da benim yaptığım gibi konserve pelati domates. Tencerenin içinde o domatesleri tahta kaşık ya da patates püresi yaparken kullandığınız ezici eziyorum. Çok püre gibi değil, biraz domates parçalarının ağza geldiği kaba bir kıvam yakalamak için.
4)Deniz tuzu, bir ya da 2 defne yaprağı ekleyerek kaynayınca altını kısıp 45 dakika pişmeye bırakıyoruz.Domates sos halini alıp ahtapotlar da hakikaten boğulup yumuşadığında yemeğimiz hazır. Geleneksel olarak İtalya’da Polenta ile servis edilir ya da ekmek bana bana yenir ama siz basit bir spaghetti haşlayıp sos gibi de kullanarak sunabilirsiniz. Buon appetito!