Ne işim var burada?
Ne arıyorum, neyin peşindeyim?
Genel hissiyatım hep budur çünkü olmak istediğim yer ile olduğum yer hep farklıdır. Bunu ben istemedim. Öyle oluyor.
O yüzden de sabit bir yerde, bir şehirde, bir ülke hatta bir kıtada olamıyorum uzun sure. Kendimi, orada olmayı kırk yıl düşünsem aklıma getiremeyeceğim yerlerde buluyorum.
Panama’da okyanus dalgalarına açık bir otel odasında sabah 06.00’da flamingolara bakarken, Costa Rica`da filmlerdeki gibi tavanı yamalı bir külüstür taksi içinde çenesi hiç kapanmayıp devamlı konuşan bir şoförle eli silahlı çetelerin yol kenarlarında beklediği ormanlık alanlardan şehre ulaşmaya çalışırken, Pasifik okyanusu kıyısında gece yarısı kocaman dalgaların arasında yüzerken, Paris’te 80′lerden beri dokunulmamış anılarla dolu bir malikanede, Mikonos’ta ancak keçi patikalarıyla ulaşılan tepelerde bir villada, Kuzey İspanya’nın hiç bilinmeyen bir kıyı kentinde izbe bir karaoke barda İspanyolca “my way” söylerken, Manhattan’da 3 Michelin yıldızlı bir restorandan çıkmış ayakkabılarım elimde sokakta yalınayak yürürken, Los Angeles’ta camları siyah film kaplı bir Mercedes’te bilmediğim bir malikaneye götürülürken, tesadüfen dünyaca unlu bir film yıldızıyla Cannes’da şampanya içerken, Atlantik okyanusunun tam ortasında rengarenk gökkuşağı fotoğraflarken, evde eşofmanlarla battaniye altında film izlerken aniden gelen bir telefonla 3 saat içinde Seyşeller uçağına binerken…
Ya da,
Şu anda kimsenin nerede olduğumu bilmediği küçük bir Hollanda kasabasında izole olmuş bu yazıyı yazarken. Böyle acayip, absürt hatta bazen tehlikeli onlarca örnek verebilirim bana “ne işim var yaa benim burada” dedirten! Tesadüfi olarak tanıştığım insanların kimlikleri ile ilgili şaşkınlıkları anlatmıyorum bile.
Peki, bundan şikayetçi miyim? Tam aksi buna bayılıyorum!
Hani yaşadığını iliğine kadar hissetmek var ya, hani dolu dolu yaşamak dediğin, işte bu o!
Bunları planlamıyorum elbette. Zaten tatil planları yaparak es dost ile yollara düşsen bunlar başına gelmez. Gideceğin oteli önceden bilir, varınca bavullarını odaya atar ve en fazla tur rehberinin gösterdiği yerlere gidip kilise, müze ve bazilikaların önünde dikilip fotoğraf çektiren bir turist olursun.Yani akışına bırakırsan hayati, hayat senin önüne bin bir turlu değişik an seriyor.
Peki, kimim ben?
Nasıl oluyor da bütün bunlar basıma geliyor? Ne iş yapıyorum? Çok ilginç bir iş mi yapıyorum? Bir ajan mıyım ya da bir silah kaçakçısı? Yok, artık daha gerçekçi olalım mesela fotoğraflar çeken bir gezgin miyim? Ya da bir tur rehberi?
Aslına bakılırsa alt tarafı bir aşçıyım. Nasıl yani? Bildiğin aşçı. Yemek yapıyorum. Sadece bunun biraz daha profesyonelleşmiş titrine sahibim yani bir Chef’im. Hatta biraz da branşlaşmış versiyonuyum yani bir yat şefiyim. Hatta biraz da havalısıyım yani süper yat dediğimiz 50 ila 150-200 metre uzunluğundaki milyarder oyuncağı özel teknelerin şahane yemekler çıkartmakla sorumlu chef’lerinden biriyim.
Elbette yukarıda yazdığım her şey başıma bir aşçı olduğum için gelmiyor. Sadece dünya üzerindeki yer değiştirme hızım standart yaşama sahip birinden bir kaç tık daha hızlı. Her hafta yeni bir ülke, yeni kıyılar, yeni insanlarla tanışmak ve yeni bir dil konuşmak gibi. Size süper yatlardaki hayatin nasıl ilginç ve zevkli, bazen nasıl çılgın, aynı zamanda da nasıl yorucu bir iş ve bir hayat biçimi olduğunu anlatmak için önümüzde uzun bir süreç olacak.
Badem kapli badem soslu Mahi Mahi baligi
Bir günlük tutacağım! O günlerde neredeyim, başıma neler geliyor, hayatımda hiç görmediğim ne ile karşılaştım, neleri tattım neleri pişirdim, gittiğim bar eğlenceli miydi yoksa oranın halkı buzdolabından hallice miydi? Güzel kızlar var mıydı kıskandığım yoksa herkes bana mı yazıyordu? oranın en iyi restoranı hangisiydi? Gitmeye değecek bir tat ile karşılaştım mı? Pişirmeye değecek lezzette bir yemekse hep beraber pişirelim mi? Pişirirken size göstereceğim bir kaç hile ile eve attığınız kızı tavlayabilecekmisiniz, yoksa başarısızlığınızı bana mı mal edeceksiniz? Kısaca okurken bulunduğum yerlerde hem benimle hem de yemeklerle flört edecek misiniz?
İlk olarak, Hollanda’nın in cin top oynayan kasabası Middelburg’a gideceğiz. Madem in ve cinden başka kimse yok, yine ayni soruyu bir kendime soracağım tabi. Yani,
Neden geldim Middelburg’a!
Haftaya bir film dekorunun içinde yaşıyormuş hissi veren Atlantik kıyısındaki bu değişik kuzey şehrinde görüşmek üzere!